İktidar çatışmaları ve toplumsal muhalefetin baharı – Aktüel Gündem (sendika.org) / 19 Mart 2008
Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan hafta başında, “27 Mayıs darbe değil devrimdir” dedi. Eski Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ise “Org.Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmesinin önünün kesilmesi için yapılan girişimleri” övünçle ifşa etti. Demirel yeniden ortaya çıkıp “gerçekleri Baykal’dan başka gören kimsenin kalmadığını” ifade etti. Aynı günlere denk gelen bu çıkışların esbab-ı mucibesi hafta sonuna girilirken anlaşıldı: Yargıtay Başsavcısı AKP’ye kapatma davası açtı.
Bu davanın nasıl sonuçlar yaratacağını bugünden kestirmek kolay değil. Bu hamle elbette AKP’nin gerici tabanında bir bilenme yaratacaktır. AKP ile liberaller arasında esen soğuk yelleri de bir ölçüde yumuşatacaktır. Ama AKP’nin iktidarı önemli ölçüde ele geçirdiği, pervasızlaştığı anda dahi, ulusalcılardan beklenmedik bir yumruk yemesi de son dönemde, özellikle Irak Kürdistanı operasyonu sonrasında dağılarak moral çöküntü yaşayan ve iç gerilimlere sürüklenen ulusalcılarda belirli bir toparlanma yaratarak iktidar kavgasını şiddetlendirecektir.
Genelkurmay, beklendiği üzere, bu konuda hiçbir yorum yapmadı. CHP’nin askeri operasyon sonrasında AKP ile Genelkurmay’a veryansın ettiği ve Büyükanıt’ın da cansiperane tavırlarla kendini ortaya attığı günlerde, İlhan Selçuk ve Mümtaz Soysal “Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini sürdürecek son kale olan ordunun kurumsal yapısının yıpratılmaması gerektiği” yönünde fikirler beyan ediyorlardı. Zira bu eski kurtlar Irak Kürdistanı operasyonu sonrasında ordunun alt kademelerinde yaşanan infialin körüklenmesiyle varılacak şeyin bir Pirus zaferi olmaktan öteye gidemeyeceğini görmekteydiler. Şimdilik ters sonuçlara yol açacak kopuşlar yaratmamak gerektiğinde hemfikirdiler. MHP’nin bu tartışmaya katılma tarzı ise MHP’nin seçim sonrası süreçte AKP ile yakınlaşmasının milliyetçi tabanda yarattığı tepkiyi emmeye yönelik oldu.
Büyükanıt Irak Kürdistanı operasyonunun ardından kopan tartışmada Baykal karşısında geri adım atmayacağını gösterdi. Bu tartışmanın anlamı ulusalcı taban üzerindeki Genelkurmay etkisini kırma ve ordu içindeki rahatsızlığı yönlendirme gayretiydi. Kıvrıkoğlu’nun emekli orgeneral Özkök üzerinden yaptığı saldırı, bir yönüyle de Büyükanıt’ı hedefliyordu. Büyükanıt kavgayı sürdürerek arkasını getireceğini ortaya koydu. Hatırlamak gerekir ki, hala Ergenekon operasyonunda üstlere uzanılmış değil ve bunun devamında da YAŞ sürecinin önümüzdeki yaz bazı “olağan dışılıklar” içermesi şaşırtıcı olmamalı. Bu gelişmeler ışığında, AKP ile fazla yakınlaşan Genelkurmay’ın dava sürecinde kuleye çekilmesi de büyük olasılık.
Irak Kürdistanı operasyonu esas olarak içerde bir Kürt paketi açılmasının psikolojik zeminine hizmet etmek üzere başlatılmıştı. Ancak Genelkurmay bu arada “ABD ile mutabık kalınan süreyi biraz uzatalım, gücü biraz arttıralım, alanı biraz genişletelim” hevesine kapılınca, sürpriz bir kar-tipi fırtınası içinde beklenmedik bir gerilla direnciyle karşılaştı ve ABD’den hava sahasını kapatmaya dek varan bir zılgıt yiyerek, apar topar geri döndü. Bu noktadan sonra PKK’ye ne kadar zayiat verdirildiğinin bir anlamı yok. Elbette halklar arasındaki düşmanlık atmosferi bir kez daha pekiştirildi. İçeride gelişen tartışmayla birlikte ise “Kürt paketi” için psikolojik zemin yaratma gayreti, kaş yapalım derken göz çıkarmaya dönüşmüş oldu. Buna rağmen, harekatın hemen ertesinde açıklanır gibi olan Kürt paketi, önce SSGSS eylemlerinin, sonra da AKP’ye açılan kapatma davasının gölgesinde kaldı. 12 milyar dolara varacağı söylenen bir yatırım atağı başlatmayı ve bölgeyi Çin koşullarına uygun olarak düzenlemeyi hedefleyen, işverenlere muazzam destekler sunan “Kürt paketi” şimdilik beklemede.
Toplumsal muhalefetin, Türk-İş’in de katılmasıyla AKP karşısında önemli çıkışların toplandığı bu haftaya dahil olması bir canlanma olanağı yaratırken, AKP’nin zayıf karnını da tüm çıplaklığıyla bir kez daha sergiledi.
ABD’de ise derinleşen ekonomik kriz ortamında, içteki iktidar kapışması giderek sertleşiyor. ABD basını iktidardaki gerici-faşist kliğin başındaki Cheney’in Ortadoğu ziyaretinin İran saldırısını da içeren yeni senaryolarla bağlantılı olduğunu sıkça dile getirdi. "İran'a yapılacak Amerikan taarruzunun önüne dikilen engel" olarak görülen ve Ortadoğu'daki askeri komuta merkezinin başındaki Amiral Fallon'un istifası tam da bu gezi öncesinde gündeme geldi ve ABD’deki iktidar kavgasının vardığı boyutları sergiledi. Ayrıca ABD’de giderek derinleşen mali krizin faturasının kimlere kesileceğinin belirlendiği bu dönemde, Clinton’u destekleyen New York valisi Spitzer’in yürüttüğü devasa mali sektör soruşturmalarının öngününde patlatılan seks skandalında kimi çarpıcı gerçekler ifşa olacak gibi duruyor. Yani neo-con klik gerek İran’a saldırı hamlesi zorlamasıyla gerekse iç maniplasyonlarla kendi ömrünü uzatma çabası içinde. AKP’ye karşı hem sokak ve sermaye muhalefetiyle, Kürt ve ulusalcı muhalefetin yoğunlaştığı, buna karşın Genelkurmayın kuleye çekildiği bu aşamada Cheney geliyor. AKP’yi köşeye sıkıştıran tüm bu gelişmelere, giderek derinleşen ekonomik kriz atmosferini de eklersek, aslında AKP’nin, ABD’nin iç siyasetinde oldukça zor durumdaki neo-conlar karşısında manevra yeteneğinin pek kalmadığı görülüyor.
***
Egemenler arasında giderek derinleşen bu çatışma zemini toplumu da önemli ölçüde kutuplaştırıyor. Sorun, yaşanan toplumsal kutuplaşmanın emekçiler lehine çözülmesinin yollarını oluşturabilmekte. Şu an toplumsal muhalefetin ana siyasal aktörlerin hiçbirisi AKP karşısında akılcı bir muhalefet çizgisi ve ittifaklar politikası yürütemiyor.
Ulusalcılar hala devletin sahipliği konumu üzerinden siyasete devam ediyor ve bu kesimin içinde sola meyledenler de bu tarza karşı tek laf etmiyorlar. Ulusalcıların başını çeken elitist yönetici takımın halktan kopuk, kitlelerin gerçek ve kapsamlı talepleriyle ilgisi olmayan siyaset tarzlarının başarı şansı yok. Gericiliğin toplumsal zeminini kurutmayı hedefleyen kapsamlı bir bakış açısının yerini sığ bir yasakçılık almış durumda. Bu tutum ise geniş kitlelerden tepki görüyor. Kürtlere yönelik olarak demokratik bir açılım yerine, yıllardır sonuçsuz kalan düşmanlık politikalarında ısrar ediyorlar. Bu tutumlarıyla, ulusalcıların emperyalistlerden de destek alamayacağı ve sadece gerektikçe maniple edilen bir güç olarak kullanılacakları ise açık. Son zamanlarda sola doğru yönelen kimi ulusalcı odakların bu ciddi zaaflarla hesaplaşmadıkları sürece, tutarlı bir sol çizgi izleme ve solla bir arada yürüme şansları yok. Elitist ve ırkçı politikalarla barışık oldukları sürece AKP karşısındaki sol muhalefetin parçalı halinin süreklileşmesine katkıda bulunarak, AKP’nin işini kolaylaştırmaktan öteye gidemezler.
Sol liberaller ise bir süredir mesafe aldıkları AKP’ye açılan davaya ilişkin yaklaşımlarında yine baltayı taşa vurdular. Kapatılma davasında, soyut bir demokrasi vurgusuyla AKP’yi AKP’den çok savunur bir tutum aldılar. Oysa parti kapatma tartışması soyut bir içerikle yapılamaz. Tartışmayı bu şekilde yapanlar da ciddi siyasal çatışma ortamlarında konu mankeni olmaktan öteye gidemezler. AKP’nin “kendine Müslüman” demokrasi anlayışı, özgürlükçülükten nasibini almayan tutumu, ılımlı İslam projesi doğrultusunda yavaş yavaş kanıksatılan şeriatçılığı ele alınmadan yasakçı siyasi rejimin tutarlı bir eleştirisi yapılamaz.
Kürt çevrelerde ise operasyon sürecinin ardından erken bir zafer havası görülüyor. Oysa bu sorun daha çok su kaldırır. Öcalan son görüşmesinde AKP’nin paketine paralel gelişmelere değinerek, bazı Kürt işadamları için “kredi almayın demiyorum ama ne yaptığınızı bilin istiyorum” demekteydi. Yani aslında Kürt hareketinin kritik bir açmazına işaret ediyordu. Güneydoğu ve K.Irak’taki süreç artık sadece ulusal politikalarla idare edilebilecek bir durumu aşıyor. Bu noktada kendini milliyetçilikle sınırlamak istemeyenlerin sınıfsal politikalar ekseninde bir yenilenme ufku geliştirmeleri gerektiği açık. Bu çizgi tartışmasının yeniden kardeşleşme politikalarına paralel olarak gelişmesi de kaçınılmazdır. Bu tartışmalar tüketilmedikçe solu eski politikaların arkasına dizmeye çalışmanın Kürt hareketine kazandıracağı fazla bir şey yoktur. Ama tutarlı bir şekilde “yeniden kardeşleşme” politikaları yürüten Kürt ve Türk dinamiklerinin birbirlerinden öğrenecekleri çok şey olduğu kadar, ülkenin ve bölgenin karanlıktan kurtulması doğrultusunda üstlenebilecekleri çok fazla sorumluluk da mevcuttur.
Toplumsal muhalefetin bu karmaşık süreçte nasıl bir politika izlemesi gerektiği ise SSGSS’ye karşı eylemler içinde belirginleşti. SSGSS’ye karşı eylemlerin dışardan çok da hissedilmeyen ama döneme ışık tutan iki özelliği vardı. Birincisi, kapsadığı geniş ittifak zemini ve solun, emek hareketinin yönlendiriciliğiydi. SSGSS eylemleri, Türk-İş’in dahi katılmaya mecbur kaldığı, ulusalcılardan Kürt hareketine, MHP tabanından AKP tabanına kadar her kesimden katılımın sağlandığı bir biçimde gelişti. Özellikle ulusalcı tabanın ve Kürt hareketinin yüzlerini sola dönmelerinin ve AKP karşısında emek eksenli eylemlere daha sıcak bakmalarının kitle katılımındaki etkisi küçümsenemez. Ancak bu açıdan en kritik olgu süreçteki birleştiricilik rolünü üstlenen sol ve emek hareketinin yönlendiriciliğiydi. Başka hiçbir güç bu kesimleri bir araya getiremezdi. Tersten söylemek gerekirse, başka hiçbir güç AKP karşısında bu denli meşru ve etkili bir muhalefet yürütme şansına sahip olamazdı.
SSGSS eylemlerinin bir diğer özelliği ise tabandan gelişen, meşru bir kitle eylemi olmasıydı. Örgüt yöneticilerinin çok büyük bir bölümü sürecin içerdiği potansiyelleri kavramaktan uzak, belirgin bir ufuktan yoksundu. Bu açıdan eylemin kurmaylık yönü çok zayıftı. Türk-İş’in merkezi katılımı da çok sınırlıydı. DİSK (İzmir hariç) oldukça silikti. Süreci önemli ölçüde taban dinamikleri örgütledi ve yönlendirdi. Devrimciler sürecin dinamikleştirilmesi, organize edilmesi ve yönlendirilmesinde anlamlı roller oynadılar. Önümüzdeki süreç, toplumsal muhalefetin mevcut dağınıklık koşullarında tutarlı, meşru, militan ve kapsayıcı bir bakış açısıyla davranan devrimci unsurların, hareketlendirdikleri kitlelerin dinamizmiyle, kendi öz güçlerinin çok üzerinde roller oynayabilme potansiyelini barındırmaktadır.
SSGSS’ye karşı eylem süreci toplumsal tepkilerin katlanarak açığa çıkmasını tetikledi. Bu beklenmedik tablo, yıl başından bu yana gelişme eğilimi gösteren toplumsal hareketlilik de göz önünde bulundurulduğunda, uzun yıllardır ortada gözükmeyen emekçi tepkisinin ilk ayak sesleri mi duyuluyor sorusunu sordurtmaya başladı. Eğer toplumsal muhalefet akılcı bir çizgi izlemeyi başarırsa, AKP’yi kapatma davasının yankıları silikleşecek, bir süre sonra kriz ortamının da etkisiyle, toplum kendi gerçek sorunlarıyla yüz yüze gelecektir. Bu durum ise egemenler arasındaki çatışma ortamından toplumsal muhalefetin yenilenerek yükselebilme fırsatını doğurmaktadır.
Önümüzdeki günlerde, Chenney ülkemize karanlık emperyalist senaryolarını pazarlamak için gelecek. Onu ülkemizde toplumsal muhalefet aktörlerinin başını çektiği öfkeyle yüzleştirmeliyiz. Ardından Newroz halklara devasa bir yeniden kardeşleşme şöleni fırsatı sunmaktadır. Aynı süreçte AKP’nin yeniden rötuşlayıp geri getireceği SSGSS karşısında Türk-İş’in olası teslimiyetçi tutumlarına fırsat bırakmayacak bir hazırlığa girişilmelidir. SSGSS yasası bir bütün olarak reddedilmeli, ufak tefek değişikliklerle geçmesine izin verilmemelidir. 1 Mayıs sürecine doğru, hayatımızı zehir eden “Ampul zamlarına”, özelleştirmelere, neo-liberal politikalara karşı etkili kampanyalar ve direnişler örgütlemeliyiz. 1 Mayıs, başta Taksim olmak üzere tüm yurtta toplumsal muhalefetin yenilenerek ayağa kalktığı zeminlere dönüştürülmelidir.
Bu baharı emeğin, yeniden kardeşleşmenin, anti-emperyalist mücadelenin, gericiliğe karşı direnişin baharına dönüştürelim.
|