Emperyalistlerin ve İşbirlikçilerinin Gündemlerine Karşı Üniversitenin ve Halkın Gerçek Gündemini Örgütleyelim
Ortadoğu’nun payına açık işgal/savaşın düştüğü, ABD’nin yeni emperyalist saldırı programında, işbirlikçisi Türkiye egemenlerine verdiği temel görev de Türkiye’yi ‘ucuz emek’ ve ‘ucuz asker’ cenneti haline getirmek. Yani ülke içerisinde neo liberal politikaların istikrarlı bir şekilde uygulanmasını sağlamak ve Ortadoğu’nun yeniden sömürgeleştirilmesi sürecinde genişletilen/genişletilecek işgal bölgelerinde Türk ordusunu daha fazla işlevlendirmek. Bu projede ABD’nin Türkiye’de en çok güvendiği aktör yıllardır Ordu’dan başkası değil. Neo liberal programları yerine getirecek hükümetin belirlenmesi ise hep krizli olmuştur. Emperyalistler, Türkiye egemenleri üzerinde sürekli bir tehdit/hizaya getirme stratejisi izleyerek neo liberal politikaların istikrarla uygulanmasını ve emperyalist savaş/işgal konusunda işbirlikçi siyaseti kendi istedikleri yönde sağlamaya çalışmaktadırlar. Yer yer açık siyasi kavgalarla/taraflaşmalarla yer yer kontrgerilla ve provokasyon taktikleriyle ilerletilen bu süreçte, olan gittikçe yoksullaşarak insani yaşam koşullarından uzaklaştırılan ve muhalefet etme kanalları tıkanan Türkiye halklarına olmaktadır.
Dört yıllık iktidarı boyunca önüne konulan tüm neo liberal programları hayata geçirmeye devam eden AKP, Lübnan’a asker gönderme kararının alınmasıyla birlikte ABD’ye vermiş olduğu diğer sözü, ‘ucuz asker’ olma sözünü de bu aşamada tutmuş oldu. Şimdi önünde, eğitim ve sağlık alanında başladığı ve belli bir noktaya gelen piyasalaştırma sürecini devam ettirmek duruyor. Enerji (doğalgaza yapılan zam, elektrik dağıtım özelleştirmeleri, su kaynaklarının uluslar arası tekellere peşkeşi), ulaşım, barınma (kentsel dönüşüm-gecekondu yıkımları) alanlarındaki piyasalaştırma programı ve tarımın tasfiyesine devam edilmesi diğer acil başlıklar. Dış borçların sıkıntısız ödenmesi, kamu harcamalarının azaltılması ve emek maliyetlerinin daha da düşürülmesi, kamu personelinin taşeronlaştırılmasının hızlandırılması gibi hususlar da bu başlıklara eklenmeli. Elbette bu programlar kolaylıkla hayata geçirilememektedir. Egemenler, karşılarında en ufak bir dirence/direnişe tahammül gösterememektedirler.
301. madde nedeniyle liberalleri bile çileden çıkartan Terörle Mücadele Yasası’yla gerçekte ‘demokratik alanın’ daraltılması ve toplumsal muhalefete dönük resmi/gayri resmi yoğun şiddet ve baskılardaki artış, ordunun önce “kürt sorunu” ve sonra “irtica” söylemleri üzerinden siyasi bir aktör olarak daha fazla ön plana çıkması ve yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler ülke siyaset sahnesinin daha da ısınacağını gösteriyor. Öte yandan Kürt sorununda gelinen nokta, Kürt ve Türk halkları için tehlikeli bir geleceğe işaret ediyor. Kürt sorununda “uluslar arası çözüm-sorunun ABD’ye havalesi” formülüyle şimdilik oluşturulan durum; dışarıda ABD güdümünde bir PKK, içerde yine ABD’nin icazetinde ve onun verdiği izinle geliştirilecek “kirli savaş”a dayalı bir süreci ve egemenlerin, Kürt sorununu, rejimin kendini yeniden yapılandırmasında bir araç olarak kullanmaya devam edeceğini gösteriyor.
İç politikadaki imaj ve söylem farklılıklarına rağmen, Ortadoğu ve ülke içinde neo liberal programların uygulanmasına devam etme noktasında ABD ile işbirliği halinde olan Ordu ve AKP, büyük sermayenin de ‘olurunu’ alarak, bu gerilimli sürecin üstesinden gelebilmek için bir dizi kontrgerilla eylemi ve provokasyonu toplumsal hayata soktular. Milliyetçi histeri/milliyetçilik yarışı ve siyasal İslam mekanizmalarının giderek artan dozajlarda devreye sokulmalarıyla örgütlenen ‘savaşa seyirci kalmama ve Lübnan’a insancıl amaçlarla asker gönderme’ ve paralelinde Lübnan’a ikame olarak Kandil’i hedef gösteren siyaset, son süreçte ciddi bir şovenist atmosfer, toplumsal çöküntü ve gericileşme dalgası yarattı. Bu iki ideoloji aynı zamanda düzen içi kof muhalefetin de örgütlenmesinde araç olarak işlevlendirildiler. Güya ABD karşıtı, otoriter ulusalcı/milliyetçi çizgi, ‘Lübnan’ı bırak Kandil’e bak’ bağırtılarının ardından kararın çıkmasıyla birlikte orduya biat ederek; bir dönemin ABD beslemesi, kontrgerilla artığı, İran-Hizbullah taraftarları/tarikatları ise AKP’nin siyasi etki alanı içerisinde kalarak egemen cephenin ideolojik/politik olarak elini kuvvetlendiren bir rol üstlendiler. Öte yandan askeri, siyasi, toplumsal ve ekonomik tüm yönleriyle neo liberal program tam gaz devam ederken, egemenlerin örgütlediği gericileşme dalgası toplumdaki “düzen içi” uç eğilimleri daha da belirgin kılmakta, AB’ci/liberal kanal silikleşirken, ulusal/milliyetçi ve siyasal İslamcı ideolojik/politik kanallar taban genişletmektedir. Seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte egemenler cephesinde ABD’yle işbirlikçilikte birbiriyle yarışan otoriter ulusalcı/milliyetçi kanalla, AKP’nin başını çektiği İslamcı/gerici kanal arasındaki gerilimler ve gündemlerin belirleyiciliğinde oluşturulan politik alanda, toplum tam anlamıyla sağ politikaların gerici bombardımanına maruz kalmakta, sağ düşünce hegemon hale gelmektedir.
Resmin geneline bakacak olursak, Türkiye egemenlerinin önümüzdeki süreçte gündemini; 1. Kamusal alanın tasfiyesi, metalaştırma ve piyasalaştırma programının derinleştirilmesi, tarımın tasfiyesi, vb. neo liberal politikaları hızlandırarak ‘sıkıntısız’ devam ettirebilmek. 2. Emperyalist güçlerin istekleri doğrultusunda (ister doğrudan ABD, ister BM barış gücü, ister NATO gücü) asker ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve bu doğrultuda askeri/siyasi yeniden yapılanmayı hızlandırmak. 3. Bu politikaları uygularken ortaya çıkacak olan tepkileri en fazla ‘hoşnutsuzluk’ sınırlarında tutmak ve daha güçlü direnç/direniş çabalarına karşı askeri/polisiye ‘güvenlik’ önlemlerini güçlendirmek oluşturmaktadır.
İdeolojik/politik kafa karışıklığını ve özgüvensizliği ‘Sol’ ve ‘Devrimci eylem’ çözer!
Egemenlerin önünde duran bu programların yanında aslında çok daha dikkat edilmesi gereken ‘halkın gündemindeyse’ ekonomik ve sosyal yıkıma karşı ‘ayakta kalma stratejileri’ bulunuyor. Kamusal hizmetler alanının piyasalaştırılmasıyla ‘özel ve yarı özel’ eğitim ve sağlık hizmetlerine para yetiştiremeyen halk için; ucuz enerji, ucuz ve temiz su, düşük ev kirası, asgari düzeyde de olsa sağlıklı beslenme, ucuz ulaşım vs… yani insanca yaşam için sahip olunması gereken her şey, kelimenin tam anlamıyla bir “lüks” haline gelmiştir. İşsizlik, güvencesiz çalışma ve yoksulluk sokağın gerçek gündemidir. Tarım alanında da fındık örneğinde görüldüğü üzere, tamamen birkaç uluslar arası ‘şekerleme-çikolata’ tekelinin kar oranlarını düşürmemek için binlerce fındık üreticisi yoksulluğa terk edildi. Sıradaysa bütün bu politikaların derinleştirilmesi duruyor. Yani, kesinlikle kıyaslanamayacak kadar zor yaşam koşullarındaki Ortadoğu halklarının üzerine düşen bombalar, bu topraklarda kamusal alanın tasfiyesiyle birlikte halkın yoksulluğunun ve yoksunluğunun süreklileşmesi biçimine bürünüyor. Türkiye ve Ortadoğu halklarının kaderi ortaktır. Egemenlerin, Irak’a ve Lübnan’a asker gönderme çabalarına karşı Türkiye halklarının gösterdiği tepki ‘emperyalistlerle işbirlikçi olmama’ yönündeydi. Zira egemenler Lübnan’a asker göndermeyi tercih ederken, yardım malzemesi gönderen, bu halktır. Savaş, işgal ve yoksullaştırma programları birbirinden kesin çizgilerle ayırt edilemeyecek kadar bütünsel bir yeniden sömürgeleştirme politikasının alt başlıklarıdır.
Bu durumda egemenlerin gündemlerine koşut olarak ‘sol’un gündemiyse; 1. Kamusal alanın tasfiyesi ile metalaştırma ve piyasalaştırma politikalarına karşı (eğitim, sağlık, barınma vs. alanlarından geliştirilecek mücadele pratik ve örgütleriyle) aktif bir direniş çizgisi oluşturmak. 2. Emperyalist savaşa ve işbirlikçiliğine karşı Ortadoğu halklarıyla dayanışma ağını genişleterek anti batıcı/anti ABD’ci ‘siyasal İslama’ ve savaş karşıtlığını politik muhtevasından arındıran saf/insancıl ‘liberal sol’ çizgilere prim vermeden emperyalist savaş karşıtı bir çizgiyi oluşturmak. 3. ‘Kürt sorunu’nun demokratik ve barışçı çözümüne yönelik iki halkın ortak politik birliğine yönelik mekanizmalar geliştirmek. Ve bu mücadele başlıklarıyla birlikte egemenlerin kontrgerilla taktikleriyle oluşturduğu şovenist, milliyetçi dalgayı kırmak ve egemenlere karşı halkın demokrasi mücadelesini geliştirmek olmalıdır. Mücadele içerisinde demokrasinin öğrenilmesi ve halkın muhalefet etme mekanizmalarında kimi demokratik işleyiş örneklerinin yaratılması, ilerisi için önemli kurucu örnekler olacaktır.
İlk bakıldığında böylesi bir mücadele programının ve pratiğinin oluşturulması yönünde egemenlerin koyduğu nesnel engellerin yanında emek hareketinin ve solun cılızlığının ve parçalı yapısının bir engel olduğu düşünülecektir. Fakat bu süreçte kimi ideolojik/politik ve ileri adımların atıldığını da görmek gerekir. Kamusal alanın tasfiyesine, metalaştırma ve piyasalaştırma politikalarına karşı şimdilik küçük boyutlarda ve parça parça da olsa bir hareket geliştirilmektedir. Emek örgütlerinin parasız eğitim ve parasız sağlık kampanyaları yürütmeye başlamaları önemli bir gelişmedir. Eğitimin paralılaştırılmasına karşı mahalle inisiyatiflerinin oluşturulması ve çocukları okula ‘parasız kaydettirme’ eylemleri ve diğer taraftan üniversitelerde öğrencilerin doğrudan hak alma eylemleriyle ‘para ödememe’ pratikleri geçen yıla göre büyük bir artış gösterdi. Şimdilik daha çok sağlık çalışanlarının sırtladığı parasız sağlık mücadelesi ise önümüzdeki dönemin gelişmeye en açık mücadele pratiği olacaktır. Diğer taraftan, barınma (gecekondu yıkımlarına karşı direniş), ulaşım, tarım (köylü mitingleri) gibi alanlarda yıkım hızlandıkça öfkeli pratikler çoğalmaktadır. Bunlar şimdilik ‘küçük’, ama ilerleyen günler için ‘büyük’ tehlikelerdir. Yoksul halkın, emekçilerin ve öğrencilerin gittikçe birleşen bir çizgide geliştirecekleri parasız eğitim, parasız sağlık, parasız ulaşım gibi talepler dizisi ve somut gündelik kazanımlar adım adım kamusal alanın tasfiyesi, piyasalaştırma ve metalaştırma süreçlerine karşı egemenlerin ciddi boyutlarda canını sıkacak politik zorlamalara ve politik/toplumsal hareketlere dönüşecektir/dönüştürülmelidir. Bu ‘en meşru’ ve ‘en doğal/insani’ taleplerle geliştirilecek hareketlenmeler aynı zamanda demokratik işleyişli yerel inisayitiflerin oluşmasını ve mücadelenin pratikte öğrenilmesini sağlayacaktır ve adım adım politik bir programın oluşturulması gerekecektir. Burada elbette devrimcilere büyük görevler düşmektedir.
Fakat genel olarak kamusal hizmetler alanının piyasalaştırılması sürecine karşı geliştirilecek bir mücadele çizgisinin devrimci dinamiğinin pek çok çevre tarafından hala yeterince kavranabildiğini söylemek zor. Kendisine genel muhalefet güçlerini kapsayan ve bütünlüklü bir omurgası olan mücadele planı çizemeyen emek örgütleri ve sol yapılar doğal olarak parçalı ve dağınık bir görüntü sergiliyorlar. Emperyalist savaş, işgal ve işbirlikçilik politikalarına karşı egemenlerin manipüle edici politikalarının yanında antiemperyalist çizgide etkili bir muhalefet kanalının açılamamasında, emek örgütlerinin stk’cı ve özgüvensiz tutumlarıyla birlikte en büyük sebeplerden bir tanesi de liberal sol/AB’ci çizginin etkisiz Avrupai muhalefet tercihleri ve kimi sol/devrimci “parti”lerin Irak’la başlayan tezkere karşıtı eylemler süreçlerinde görüldüğü üzere “siyasal İslam”la ittifak arayışları sonucunda pek çok eylemin baştan tıkanması ve ideolojik/politik olarak antiemperyalist çizginin muhtevasında yaratılan tahribat olmuştur. Fakat süreç, yukarda saydığımız somut gündem başlıkları etrafında önünü gören devrimci bir siyasi çizgiyi önüne koymayan emek örgütlerinin ve sol yapıların, siyaset sahnesinden giderek silineceğine işaret etmektedir. Tersinden, özellikle birkaç senedir her alanda bu politik/toplumsal hattı ilmik ilmik örerek geliştiren siyasi çizgilerse, yoksul halkın insanca yaşam taleplerinin politik temsilcisi olarak, kurumsallaştırılması gereken politik/toplumsal hareketin baş mimarları olacaklardır.
Demokratik Öğrenci Hareketinde Yeni Bir Dönem ve Kurucu İrade
Metalaştırma ve piyasalaştırma, bu ülkede egemenlerin en ‘hassas’ olduğu konuların başındadır. Neo liberal politikalar egemenlerin bu ülke halklarına açtığı en önemli ‘savaştır’. Üniversitede bu savaşın bir yüzü piyasalaştırmaysa diğer yüzü faşist baskılardır, üniversite yönetimlerinin egemenlere kulluğudur. Üniversitelerin açılış törenlerinde karşılaştığımız tablo da bunu doğrular niteliktedir. Neo liberal politikaları üniversitede hayata geçirmeyi kendisine görev bellemiş ve bunun için başta psikolojik/fiziki baskı yöntemleri olmak üzere anti-demokratik hiçbir uygulamadan çekinmeyen; sermayeye, AKP’ye ve Orduya biat etmiş bir üniversite yönetici kuşağıyla karşı karşıyayız.
Bugün, tepesinde YÖK ve AKP’nin siyasi iktidar ve rant kavgası verdiği üniversitelerde piyasalaştırma uygulamaları olanca hızıyla devam ederken, üniversite yönetimleri de bu suni kavganın ‘otoriter ulusalcı-laik/milliyetçi’ ve ‘İslami gerici/gelenekselci’ söylemleri etrafında kadrolaşarak/taraflaşarak üniversiteleri ‘siyasi üs’leri olarak örgütlüyorlar ve ‘eğitim tüccarlığı’ yapıyorlar. Üniversiteli güçler de ülkedeki sağ politik atmosfer ve bu kavganın söylemleriyle taraflaştırılmaya çalışılıyor. Ticari, keyfi, bürokratik ve faşist uygulamalar üniversite yönetimlerinin ‘sıradan’laştırılan faaliyetleri haline geldi. Önümüzdeki yıllarda kamu üniversitelerinin piyasalaştırılmasını tamamlamak başta olmak üzere, yüksek öğrenim sisteminin esas olarak uluslar arası sermayenin yeni birikim rejimine göre ve Türkiye sömürge kapitalizminin ihtiyaçlarına dönük olarak dönüşümünün nihayete erdirilmesi amaçlanmaktadır.
Üniversitelerde metalaştırma ve piyasalaştırılmanın hızlandırılması/tamamlanması, egemenlerin/üniversite yöneticilerinin ana gündemini oluşturuyor. Başta bu amacı gerçekleştirmek üzere ve ülkenin toplumsal/politik muhalefet güçlerinin önemli bir bileşeni olan muhalif/devrimci öğrencilerin ve toplumsal sorumluluk sahibi akademisyenlerin ‘caydırılması’ ve ‘etki alanlarının daraltılması’ için çeşitli mekanizmaların geliştirilerek devreye sokulması ise diğer gündemleri. Bu doğrultuda gerici ideolojilerin üniversitede palazlandırılması, üniversite-polis işbirliğinin abartı noktalara gelmiş olması, özel güvenlik birimleri ve polis eliyle öğrencilere uygulanan şiddetteki artış “yüksek teknolojili”yle desteklenen denetim mekanizmasının yaygınlaştırılması ve hedefe üniversitelilerin “eğitim hakkını” koyan soruşturma saldırısının yoğunlaşması bu doğrultuda İstanbul Valisi Muammer Güler’in “üniversiteliyi ceza caydırır” açıklaması sürecin karakterini yansıtmaktadır.
Demokratik öğrenci hareketinin dibe vurduğu ve siyasi gençlik örgütlerinin daraldığı, çeşitli nedenlerle sürece karşı koyamayıp, üniversiteye/üniversite öğrencilerine ‘doğru bir politik hat öneremeyip kelimenin gerçek anlamıyla ‘tükendiği’ bir süreçte; yaklaşık iki senedir ‘müşterileştirme ve piyasalaştırma karşıtlığı’ üzerinden üniversitelerde mayalanan ve kendine ait ‘yeni bir dil’ ve ‘hareket biçimi’ geliştiren yeni bir öğrenci hareketinin filizlendiğini görüyoruz. İlk çıkış noktasını neo liberal politikaların üniversite üzerindeki tahribatından ve metalaştırma/piyasalaştırma uygulamalarının üniversite gençliğinde yarattığı hoşnutsuzluklardan alan ve sonrasında neo-liberalizme karşı bütünlüklü bir mücadele sürecini “Herkese eşit, parasız, nitelikli üniversite eğitimi hakkı” talebi etrafında yükseltmeye çalışan Öğrenci Kolektifleri, parasız eğitim ve demokratik üniversite mücadelesi açısından yeni bir döneme işaret eden pratikler geliştiriyor. Kolektifler, özellikle bu sene örgütlediği doğrudan hak almaya dönük fiili (kayıt parası ödememe gibi) pratikler, elde ettiği kazanımlar ve üniversite yönetimlerinin faşizme varan antidemokratik uygulamalarına karşı yaratıcı aktif direniş tutumuyla; demokratik üniversite/parasız eğitim mücadelesinde tüm üniversitelileri kapsayabilecek bir kitle örgütünün pratik işaretlerini de veriyor. Hükümetin Lübnan tezkeresi sürecinde, Ortadoğu’nun işgaline dönük emperyalist savaş karşıtı muhalefetin (geliştirdiği refleks eylemleri, militanlığı ve kitleselliğiyle) tek üniversiteli bileşeni olan Kolektifler, demokratik öğrenci hareketinin geleceği açısından kritik bir yerde duruyor.
Yeni bir öğrenci hareketinin zemininin giderek genişlediği bir dönemde, bu hareketin kurucu iradesini gösterme; politik hattını belirleme iddiasında olan devrimci gençlerin temel gündemlerini netleştirmeleri ve bu gündemlere ilişkin doğru ideoloji/politikayı ve pratiği üretebilmeleri/yaygınlaştırmaları gerekmektedir. Kamusal alanın tasfiyesi/eğitimin piyasalaştırılması, emperyalist savaş/işgal, siyasal gericilik ve faşizme karşı mücadele gibi genel başlıkların yanında üniversiter yaşam/nitelikli eğitim ve demokratik kitle örgütü üzerine tartışmaların derinleştirilmesi de önümüzdeki süreç açısından anlamlı olacaktır.
1. Kamusal alanın tasfiyesi/Eğitimin piyasalaştırılması. Eğitim alanına dönük piyasalaştırma programının; neoliberal sömürgeciliğin kamusal hizmetler alanının topyekün tasfiyesine/piyasalaştırılmasına yönelik saldırısının bir parçası olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Eğitim alanındaki piyasalaştırma sürecini üniversite mücadelesinin ana gündemi haline getirirken, sağlık, barınma, ulaşım, elektrik, su gibi diğer tüm kamusal hizmetler alanındaki piyasalaştırma uygulamalarının üzerinden atlanamaz. Bugün tüm bu alanlarda piyasalaştırmaya karşı çeşitli mücadele pratikleri açığa çıkmaktadır. Tüm bu mücadele pratiklerinin karşılıklı etkileşim ve birlikteliği ne derece artarsa neo-liberalizme karşı bütünlüklü bir mücadele zemininin o derece genişleyeceği açıktır. Ülkede sürdürülen neo-liberal yıkım projesinin tüm parçalarının ve bunlara karşı gelişen tüm mücadele pratiklerinin üniversitede gündem haline getirilmesi; daha çok piyasalaştırma süreçlerinin kendi yaşamlarına yansımalarından doğru hareketlenen üniversitelilerin; bu sürecin bütünlüğünü ve piyasalaştırma sürecinin toplumsal alandaki yıkımını kavramalarına yardımcı olacaktır.
Uzunca bir süredir üniversitelerdeki piyasalaştırma saldırısının somut sonuçlarına karşı çeşitli talepler etrafında mücadele pratikleri örgütleyen ve neo-liberal eğitim politikalarına karşı “herkes için eşit parasız nitelikli eğitim”i üniversitelilerin ortak talebi olarak öne çıkaran çizginin üniversitelilerin geneli tarafından sahiplenilir hale getirilmesinde kritik eşiklerden birini hak kazanımları oluşturmaktadır. Paralı eğitimi üniversitelilere “çağın koşullarında” mutlak/değişmez bir gerçeklik olarak dayatan ve örgütleyen; parasız eğitim talebini ise “çağdışı” ilan edip bir hayal olarak küçümseyen sermaye ideolojisinin üniversitelerdeki hegemonyasını kırmakta fiili mücadelelerle elde edilecek kazanımların anlamı büyüktür. Üniversitelerde piyasalaştırma uygulamalarına karşı elde edilecek küçük bir kazanım bile mutlak olarak dayatılanın değiştirilebilir olduğunu göstermede anlamlıdır ve üniversitelilerin mücadele eğilimlerini güçlendirecektir. İşte o zaman “hayal değil gerçek” söylemi üniversitede gerçek karşılığını bulacaktır. Elbette böylesi bir sürecin örgütlenmesi bugüne kadar ki birikimlerin üzerinden; üniversitelilerin doğrudan sahipleneceği taleplerin öne çıkarılması, belirlenen talep etrafında üzerinde kafa yorulmuş bir mücadele pratiğinin sonuç almayı hedefleyerek ısrarlı bir şekilde sürdürülmesi; en geniş üniversiteli topluluğunu harekete geçirebilecek kanalların; araç ve söylemlerin oluşturulabilmesi ile mümkündür. Kayıt parası çalışmaları örneğinde görüldüğü gibi üniversitelileri müşterileştiren cephenin “zayıflığı” diğer tüm paralılaştırma uygulamalarında da bulunmaktadır. Ancak bu noktada unutulmaması gereken üniversitelilerin gücünü karşı tarafın zayıflığından değil taleplerinin meşruluğundan ve öğrencisiz bir üniversitenin mümkün olamayacağı gerçekliğinden almakta olduklarıdır. Eğitim alanında piyasalaştırma saldırısının karşısında elde edilecek tüm küçüklü büyüklü kazanımların sadece üniversite mücadelesini güçlendirmekle kalmayıp; neo-liberal saldırganlığın farklı yansımalarına karşı mücadele eden tüm muhalefet bileşenlerine güç, neo-liberalizmin yıkımlarıyla yüzleşen halka umut vereceği unutulmamalıdır.
2. Emperyalist savaş/işgal Egemenlerin üniversitedeki piyasalaştırma saldırısına ve soruşturma-ceza-şiddet yönlü baskılarına karşı mücadeleyle, emperyalist savaşa ve işbirlikçiliğe karşı mücadelenin birbirine ikame edilemeyecek bir bütünlük taşıdığı açıktır. Üniversitenin muhalif gücünü emperyalist savaş ve işbirlikçiliğin karşısına toplumsal-siyasal bir güç olarak dikmek ve bu süreçte anti-emperyalist çizginin deforme edilmesine karşı mücadele büyük önem taşımaktadır. Üniversitenin bir bütün olarak emperyalist savaş ve işgale karşı mücadelede taraf olmasını sağlamaya çalışırken, üniversitelerde emperyalizme ve işbirlikçiliğe hizmet eden tüm uygulama ve tutum alışlara karşı mücadeleyi de gündeme almak gerekmektedir.
3.Siyasal Gericilik Demokratik üniversite mücadelesi üniversitede siyasal gericiliğin tüm biçimlerine karşı ideolojik/pratik düzlemde aktif bir mücadeleyi içermektedir. Özgürlüğün, eşitliğin temel değerler haline getirildiği demokratik bir üniversiteyi hedef alan mücadele çizgisi üniversitede örgütlenen sermaye ideolojisini; milliyetçiliği; şovenizmi; siyasal islamı karşısına almak durumundadır. Üniversitede gericiliğe karşı mücadele üniversitenin ideolojik atmosferinin gericileştirilmesinden; üniversiter yaşamın ve eğitimin gericileştirilmesine kadar bir dizi başlıkta sürdürülmelidir.
4.Faşizme karşı mücadele Üniversiteyi faşizmin politikalarının üretildiği ve meşrulaştırıldığı; faşist ideolojinin örgütlendiği bir alan olmaktan çıkarmak için; üniversite ve üniversiteliler üzerinde baskı ve zor yoluyla tahakküm kurmaya çalışan faşist egemenlik aygıtlarının, sivil faşist saldırıların ve özel güvenlik birimleri, polis, soruşturma terörü gibi kullanılan faşist yöntemlerin işlevsiz hale getirilmesi için mücadele demokratik öğrenci hareketinin gelişimi açısından kritiktir. Bu aynı zamanda üniversitenin/üniversitelilerin ve bilimin özgürlüğü; eğitimin bilimsel bir nitelik kazanması, üniversitelilerin söz-yetki ve karar hakkına sahip olması, üniversitenin bir bütün olarak faşizme karşı demokratik bir ülke mücadelesinin öznesi haline getirilmesi için mücadeledir.
Sonuç olarak, önümüzdeki süreç emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı her alandan mücadelenin yükseltileceği bir dönem olacak. Üniversitelilerin yaratacakları her deneyim, açacakları her yol, elde edecekleri her kazanım hem yeni bir hareketi örgütleyecek hem de bu ülke halklarına “yapılabilir”i gösterecektir!
|