.
 
  Ana Sayfa
  Ziyaretci Defteri
  Devrimcilerin Hayatları
  İletisim
  HİÇBİRGÜÇ DEVİMCİ TUTSAKLARI HÜCRELERE HAPSETMEYİ BAŞARAMIYACAKTIR!!
  Devrimci Resimleri
  Devrim Nickleri
  Üye Girişi
  Anketler
  Sayaç
  Devrim Uluslar Arası Kosulları
  1 Mayıs Tarihce Devrimci Genclik
  İktıdar Calısmaları
  Emparyalıstlerın ve İşcılerın Gundemı
  12 Mart Sonrası ve Devrimli Genclik
  1 Mayıs Arsivi
  Devrim Gazetesi’nin Deniz Gezmısle yaptıgı Röpartajı
  Devrimci Yol Şehitleri
Devrim Uluslar Arası Kosulları
BİR ADIM İLERİ
I.BÖLÜM: DEVRİMİN ULUSLARARASI KOŞULLARI





 

DEVRİMİN

ULUSLARARASI

KOŞULLARI

 

Çağımız emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır." 20.yy'da yaşanan toplumsal mücadelelere damgasını vuran bu formülasyon, kapitalizmin Dünya çapında emperyalist bir sisteme dönüşmesinin uluslararası sınıf mücadelesinin koşulları ve bu mücadelenin politik içeriği bakımından yarattığı genel sonuçları ifade ediyordu. Bu yüzyılın başından sonuna uzanan tarihsel süreçte yaşanan ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadeleleri, bu temel formülasyonu değiştirmeyen, ancak ayrı yapısal ve uluslararası özelliklere sahip tarihsel dönemeçler içinde hayat buldular. Politik programlarını bu özgün tarihsel nitelikler üzerine inşa ettiler.

 

Uluslararası sermayenin güncel yeniden yapılanma sürecine dair bir kavrayış, uluslararası sınıf mücadelesinin yeni koşullarına denk düşen bir politik program çerçevesi oluşturulması yönünde bir başlangıç adımı olarak ele alınmalıdır. Belirli bir uluslararası tarihsel konjonktürde yapılanmış olan ve politik anlamını bu tarihsel konjonktürde bulan farklı politik programlarından (kalkınmacı sosyalizm, bağımsızlıkçı sosyalizm, anayurtçu sosyalizm v.d.) bir kopuşun yaşanması, sermayenin yeniden yapılanma sürecinde kazandığı yeni özelliklerin ve uluslararası sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı pratik-politik sonuçların taşıdığı anlamın bir üst düzeyde kavramsallaştırılması ile olanaklı olacaktır.

 

Sosyalizme, Ulusal Kurtuluş Hareketlerine ve İsçilere Karşı Savaş

 

Geçtiğimiz on beş yılda Dünya büyük değişimlere tanık oldu. Sömürgelerdeki devrimci gelişme süreci durakladı; SSCB ve Doğu Avrupa'da kapitalizme geriye dönüş süreci tamamlandı; Emperyalist-kapitalist Dünya Sistemi ekonomik ve siyasal düzeyde yaşanan yeniden yapılanma sürecin de önemli aşamalar kaydetti. Artık siyasal egemenlik ilişkilerinin yeni çerçevesi "Yeni Dünya Düzeni" kavramı ile, ekonomik sömürü ilişkilerinin yeni çerçevesi ise "Globalleşme" kayramı ile ifade ediliyor. Her iki kavram da, emperyalist baskı ve sömürüyü gizlemeyi amaçlayan ideolojik ifadeler olarak piyasaya sürüldüler. Ama kısa bir sürede "içerik sözü aştı". Uluslararası ilişkilerin baskıcı ve sömürücü özünü gizlemek ve emperyalizm çağının sona erdiğini ifade etmek için piyasaya sürülmüş olan kavramlar çoktandır bu ideolojik değerlerini bile yitirdiler. Artık "Yeni Dünya Düzeni" sözü kimse için emperyalizmin ta kendisinden başka bir şey ifade etmiyor. Bu kavramları piyasaya sürenler ise kavramlarının gerçek toplumsal içeriklerini kaçınılmaz bir zorunluluk, insanlık tarihinin ilerleyebilmesi açısından içinden geçilmesi gereken bir yol olarak sunma ikiyüzlülüğünde direniyorlar. Çünkü söz konusu kavramların ana savunucusu durumundaki yeni-sağın Dünya çapındaki "ideolojik hegemonyası", ideolojik tasarımlarının gücüne değil, emperyalizme karşı her düzeydeki mücadelenin bir yeniden kuruluş sürecinde olmasından kaynaklanıyor.

Gerçekte, emperyalist-kapitalist sistemin bu yeni çehresi, 60'lı yılların ikinci yarısından itibaren derinleşen kriz içerisinde şekillendi. "Varolan sosyalizm" ile Kapitalist Dünya Sistemi arasında, ikinci Dünya Savaşı sonrasında (nükleer silahları da içine alan ve ona dayanan) bir devletlerarası güç dengesi halinde oluşan statüko, klasik sömürge sisteminin çözülüşü sürecinde ortaya çıkan devrimci gelişmelerle sarsıldı. Sömürge devrimlerinin emperyalist-kapitalist sisteme vurduğu darbeler, aslında Bretton-Woods para sisteminin çöküşü ve bunu izleyen petrol şokunun ardında yatan etmenlerin başında geliyordu. Sömürge pazarlarında yaşanan daralma, askeri yatırımlar gibi geri dönüşsüz yatırımların ulaştığı dev boyutlar, enerji ve hammadde gibi değişmeyen sermaye giderlerinin oransal artışı, kar oranlarının şiddetli bir biçimde düşmesine neden oluyordu. Kapitalist Dünya Sisteminin krizi, durgunluk ve enflasyonun birlikte yaşandığı bir kriz olarak derinleşti. Kar oranlarının düşüşü karşısında sermayenin verdiği yanıtların zaman içerisinde çok yönlü bir Dünya Stratejisi'nin parçaları haline geldiği görüldü.

 

Bu stratejinin birinci yönünü, mutlak artık-değer oranının Dünya çapında artırılabilmesini sağlayacak koşulların yaratılması oluşturdu. Sermayenin emek-yoğun üretim alanlarına kayması, vahşi kapitalizme benzer bir çalışma rejiminin yaygınlaştırılması ve geniş ölçekli bir işçileştirme, emekçilere karşı Dünya çapında yürütülen toplumsal-politik bir savaş dahilinde gerçekleştirildi. Stratejinin, göreli artık-değer oranının artırılmasını hedefleyen ikinci yönü ise, işçi sınıfının bizzat emek sürecinin içinde bir kez daha yenilgiye uğratılması üzerinde yükseldi. Ulaşım ve iletişim ağının sermaye lehine yetkinleştirilmesi, üretimin teknolojik altyapısındaki değişimler ve yeni emek denetimi yöntemlerinin yaygınlaştırılması, emek süreci dahilinde yürütülen bu savaşın başlıca unsurları oldular. Tekelci sermaye, stratejinin üçüncü yönünü oluşturan üretim ve pazarların ulus-aşırı ölçeklerde organizasyonu ile de, emekçilere karşı yürüttüğü savaşın sonuçlarını derleme, yani değerlenme alanını genişletme olanağını yakaladı.

 

Açık bir savaş stratejisinin başlıca unsurlarını oluşturan bu üç yönelim, bir yandan "sosyalist" denilen ülkelerde ve ulusal kurtuluş hareketlerinde somutlaşan sistem-dışı konum ve hareketlerin ortadan kaldırılmasını, diğer yandan da işçi sınıfının (metropolüyle ve sömürgeleriyle) kapitalist dünyadaki mevzilerinin elinden alınmasını şart koşuyordu. Sosyalizme, ulusal kurtuluş hareketlerine ve işçilere karşı savaş, emperyalizmin derinleşen kriz karşısında verdiği cevabın politik özünü oluşturdu.

 

Emperyalizm bu üç cephede yürüttüğü savaşta kendi hesabına önemli başarılar kazandı ve yeniden yapılanma sürecindeki gelişimini bu başarılar üzerine temellendirdi.

 

Emperyalist Yeniden Yapılanmanın Temelleri

 

Devrimin uluslararası koşullarını anlamayı amaçlayan bir yaklaşımla ele alındığında, emperyalizmin bugünkü "yenilenme"sinin, emperyalist ilişkilerin temel kurucu unsurları olan mali sermayenin, tekellerin ve sömürgeciliğin yapısındaki bir evrime denk düştüğünü söyleyebilmek olanaklıdır. Bu süreçte ortaya çıkan belli başlı karakteristik öğeler şöyle özetlenebilir: Mali sermaye, piyasaların Dünya çapındaki bütünleşme eğilimini güçlendirirken, mali sermaye içerisinde parasal sermayenin rolünün ön plana çıktığı görülüyor.

 

Kapitalist üretimin zamana, mekana ve insana bağımlılığının azaldığı, sermayenin yüksek bir akışkanlık düzeyi kazandığı gözleniyor. Sermayenin metalaştırıcı etkisi, insani etkinliğin bütün alanlarını içine almaya yöneliyor.

 

Dünya ekonomisine egemen olan dev tekellerin, ulusal kökenleri ve ulusal devletlerle olan ilişkileri, çok-ulusluluk kavramını tanımlamaya yetmediği ulus-aşırı (transnational) bir nitelik kazanıyor.

Pazarların "ekonomik alan" adı verilen, NAFTA, AB, Pasifik Birliği gibi bölgesel ekonomik birimler üzerinden örgütlenmesi ve paylaşımı öne çıkıyor. Bu bölgeselleşme eğiliminin, günümüzde "küreselleşme" adıyla anılan emperyalist egemenlik ilişkileriyle birlikte geliştiği görülüyor.

 

Emperyalizmin, yeni-sömürgelerin sömürüsünde uyguladığı yöntemlerde gözle görülür bir evrimleşme yaşanıyor. Ucuz, geniş ve denetlenebilir bir emek piyasasının yaratılması, ulus-aşırı üretim bandına ve ulus-aşırı pazara eklemlenmiş üretim ve tüketim "cep"lerinin oluşturulması öne çıkıyor. Emperyalist sömürü ilişkilerinde emeğin doğrudan sömürüsü ağırlık kazanıyor; ulusal ekonomiler parçalanıyor. Kapitalizm bir yandan şiddetli bir sömürüye yol açarken, diğer yandan "ekonomi-dışı" denilerek kendi kaderine terk edilen nüfus ve toprak parçalarının doğmasına neden oluyor.

 

Bütün bu öğeler içinde en uzun dönemli eğilimi ise, klasik sömürge imparatorluklarının dağılma sürecinin tamamlanmasına paralel biçimde ortaya çıkan ulus-aşırı sömürgecilik sisteminin dünya çapındaki egemenliğini tesis etmesi oluşturuyor. Yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanan bu süreçte, artık sömürgeler, bağlı oldukları emperyalist ülkeye göre (ör. İngiliz sömürgeleri, İspanyol sömürgeleri gibi) gruplaşmıyorlar. Bir bütün olarak uluslararası kapitalist ilişkiler ve kapitalist Dünya Pazarı ile kurdukları ilişkilere göre katmanlaşıyorlar.

Bu gelişmelere paralel olarak emperyalizmin, sermayenin uluslararası entegrasyonu, yeni-sömürgecilik ilişkilerinin Dünya çapında egemen kılınması ve sosyalizm ile ulusal kurtuluş savaşlarının yarattığı tehdidin ortadan kaldırılması doğrultusunda ciddi bir ilerleme katettiği görülüyor.

 

Sermayenin uluslararası entegrasyonu, emperyalist-kapitalist merkezde ulus-aşırı örgütlenmelerin ağırlığını artırıyor. IMF ve Dünya Bankası gibi parasal kuruluşlar bu bütünleşmede ön plana çıkarlarken, G-7 gibi merkezdeki kapitalist devletlerin temsilcilerinden oluşan "Zenginler Zirveleri" bu kuruluşların "yürütme komiteleri" olarak biçimleniyorlar. Kapitalist Dünya Sistemindeki bu bütünleşme eğilimi, emperyalist merkezde (Avrupa Birliği'nde olduğu gibi siyasal birliği de içine alan) ulus-aşırı birliklere zemin hazırlıyor. Emperyalistler arasında güçlenen bütünleşme eğilimleri. Dünyanın geri kalan kısmında, etnik ve dinsel çatışmaların olağanüstü artışında kendisini gösteren parçalanma eğilimleriyle birlikte gelişiyor. Diğer yandan, bütünleşme sürecinin kendisi de rekabet ve çatışma üzerinde yükseldiğinden, tekil sermaye grupları lehinde yaratılan basınçlar, bedeli Dünya emekçilerine ödetilen yeni ekonomik çalkantılara ivme kazandırıyor.

Eski tip çokuluslu devletlerin ve klasik sömürgecilik sisteminin çözülüşü sürecinde ortaya çıkan toplumsal devrim hareketlerinin emperyalist-kapitalist sistem üzerinde yarattığı tehdit ise esas olarak bu devrimlerin kesintiye uğraması sonucunda ortadan kalktı. SSCB ve Çin devrimleri milliyetçi ve bürokratik bir sosyalizm uygulamasıyla son buldu; (Vietnam, Kamboçya, Laos, Angola, Mozambik, Gine, Zimbabwe gibi ülkelerde yaşanan) klasik sömürge devrimleri ise siyasal devrim aşamasında takılıp kaldılar. Bunda emperyalizmin karşı-devrimci saldırılarının büyük bir payı olmakla birlikte, bu hareketlere egemen olan sosyalizm ve devrim anlayışlarının yanlışlığı belirleyici bir rol oynadı. Kesintiye uğrayan uluslararası devrimci süreç, emperyalist abluka altında önce parçalanmaya ardından da yıkıma sürüklendi. SSCB-Çin kutuplaşmasıyla başlayan bu parçalanma, bu ülkelerle sömürge devrimleri arasındaki bağın kopmasıyla sürdü. Uluslararası devrim sürecindeki bu parçalanma, klasik sömürge devrimlerinin yeni-sömürgelerde devam eden devrimci bir dalgayla sürmesine köstek oldu. Sömürge devrimleri dalgasının geri çekilmesini "sosyalist" denilen ülkelerin ve bloğun çöküşü izledi.

Sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketlerinin uğradığı bu yenilgi, metropollerde ve sömürgelerdeki işçi sınıfı hareketleri ve devrimci hareketlerin şiddetli bir saldırı sonucunda gerilemesiyle bütünleşti. Bütün bunlar, yeni-sömürgecilik ilişkilerinin önündeki engellerin önemli bir bölümünün de ortadan kaldırılması anlamına geliyordu.

 

Bu gerileme ve çöküşün en çarpıcı sonucu, dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının burjuvaziye ve emperyalizme karşı mücadelede kullanageldikleri silahların önemli bir bölümünün işlevlerini yitirmesidir. Sosyalizm büyük bir değer yitimine uğrarken, işçi sınıfının geleneksel örgütleri, partiler, sendikalar da kapitalizmle kurdukları statükocu ilişki tarzı nedeniyle yozlaşıp işlevsizleştiler. Günümüz dünyasında milliyetçilik, dinsel fundamentalizm gibi yıkıcı/gerici ideolojilerin etkisinin artmasında bu durumun büyük bir payı bulunmaktadır. Toplumsal çelişkiler, devrimci bir çözüm kanalına yöneltilemeyince milliyetçi ve gerici hareketleri beslemektedir.

 

Yeni Dünya Düzeni ile globalleşme de işte bu temellere dayanmaktadır Ancak, emperyalizm bu en başarılı göründüğü noktada kapitalizmin tarihindeki en şiddetli çelişkileri üretmekte, proletarya devrimine geçmişteki sınırlılıklarını aşmasını sağlayacak bir toplumsal temel hazırlamaktadır.

 

Uluslararası Devrimin Yeni Olanakları ve İpuçları          

 

Emperyalizmin yeniden yapılanmasının temel taşlarını oluşturan bu unsurlar, sınıf mücadelesinin bugünkü programatik sorunlarının çözüm olanaklarının ipuçlarını da veriyor.

Emperyalist bütünleşmenin ana kanalını oluşturan mali sermaye içinde parasal sermayenin rolünün ön plana çıkması, toplam artık-değer kitlesi içerisinde faiz ve rant gelirlerinin payının artmasına yol açıyor. Bu durum, kar oranlarını eskisinden daha şiddetli ve sürekli bir düşüşle karşı karşıya getirebilecektir. Krizin bu yönde derinleşmesi, kısır bir döngüye yol açacaktır. Bu durumun sonuçlarından birisi topyekün emperyalist saldırganlığın geçici ve konjonktürel değil, kalıcı ve tarihsel bir strateji olarak biçimlenmesidir. ikincisi, bu durum, sermayenin üretimden kopan kitlesinin sürekli büyümesi ve sermaye egemenliğinin üretim dışı bir egemenlik haline gelmesi eğilimini güçlendirecektir. Her iki sonuç da kapitalist bir toplumsal sistemin tarihsel meşruiyetini hızla eriten nesnel bir temele işaret etmektedir. Üstelik, piyasaların parasal sermaye ekseninde bütünleşmesi ve yeni-sömürgecilik ilişkilerinin ulus-aşırı, küresel bir sistem içerisinde kurulması önümüzdeki dönemin çöküntülerini Dünya Ekonomisi'ndeki topyekün daralmalara dönüştürme ve tüm sistem boyunca zincirleme toplumsal reaksiyonlar yaratma potansiyelini barındırmaktadır.

 

Mevcut uluslararası mücadele olanaklarını geliştirecek gibi görünen bu eğilimler, emperyalist-kapitalist sisteme karşı uluslararası dayanışma pratiklerini yeni bir perspektifle ele almayı da gerekli kılmaktadır.

 

Emperyalizmin yeni-sömürgelerde emeğin doğrudan sömürüsüne ağırlık vermesi ve bu ülkelerin uluslararası kapitalist ilişkilerle kurdukları bağlantı içinde katmanlaşmaları, yeni-sömürge devrimlerinin sermayenin uluslararasılaşma sürecinde oynayacağı özel role de işaret ediyor.

 

"Çağımız emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır". Emperyalizm çağının başlangıcında gelişmeye başlayan büyük devrim girişimlerinin vardığı bugünkü nokta bu tarihsel gerçeği değiştirmiyor. Mali sermaye egemenliğinin yeniden üretimi için gereken sömürü düzeyinin sürekli artmasına karşılık yeni-sömürge halkları (vahşi kapitalizm koşullan altında) proleterleşmenin sınırlarına doğru ilerliyor, günümüzde proleter devriminin en önemli bileşenlerden birinin yeni-sömürgecilik sisteminin krizinden doğacağını kestirmek güç değil. Ama bu aynı zamanda emperyalist kapitalist zincirin "zayıf halkalarının artık belirli bir sömürge imparatorluğunun krizi sırasında bu imparatorluğa bağlı bir sömürgeler grubunda ortaya çıkmayacağı; sömürge devrimlerinin eskiden olduğu gibi, Çin Hindi devrimleri, Afrika devrimleri, Latin Amerika devrimleri biçiminde belirli bir coğrafyayla sınırlı bir hareket halinde gelişmeyeceği anlamına geliyor. "Zayıf halkalar" artık belirli coğrafi sınırları değil, Dünyanın neresinde olursa olsun, Kapitalist Dünya Sistemi ile kurdukları ilişki bakımından benzer konumda olan, aynı katman içerisinde yer alan bir ülkeler kuşağını ifade ediyor. Brezilya, Meksika ve Güney Kore'deki toplumsal mücadele süreçlerini bu eğilimin bir göstergesi olarak ele almak gerekiyor.

 

Bir başka deyişle klasik sömürge sisteminin çözülüşünde "ulusal kurtuluş hareketleri" olarak başlayan toplumsal devrimler dönemi sona erdi. Buna karşılık, emperyalist sömürü ilişkileri içerisinde emeğin doğrudan sömürüsünün ön plana çıkması, sömürge toplumlarının iç çelişkilerini şiddetlendiriyor. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik siyaseti sömürge toplumlarında siyasal-toplumsal bir parçalanmayı beraberinde getiriyor ve bu siyaset ancak örtülü bir iç-savaşla sürdürülebiliyor. Bu nedenle sömürge devrimlerinin daha başından itibaren sınıfsal içeriği öne çıkan toplumsal devrimler olarak gelişeceği öngörülebilir.

insani etkinliğin tüm alanlarının sermaye tarafından metalaştırılması ve kapitalist ilişkilerin yaygınlaşması işçi sınıfı profilinde önemli değişimler yaratırken, söz konusu değişimler sınıf mücadelesi ile diğer toplumsal mücadeleler arasında organik bir bütünleşme sağlanabilmesinin koşullarını da güçlendiriyor, işçi hareketinin niteliklerini belirleyen temel unsurlardan birisi olan işçi sınıfı profilinde görülen değişimler, geleneksel işçi hareketinin gerilemesinde önemli bir rolü oynarken yeni hareket olanakları yaratıyor, işçi sınıfı hareketi artık, eskiden olduğu gibi, standart istihdam koşullarında, Fordist montaj hattı ve kitle üretimine göre örgütlenmiş, çoğunlukla egemen etnik ve dinsel kökenden erkeklerin ağırlığını taşıyan bir sanayi proletaryasının oluşturduğu ana kitle etrafında yapılanmıyor. Yeni emek denetimi yöntemlerinin yaygınlaşması, üretim ölçeklerinin küçülmesi ve ulııs-aşırılaşması, (kadınlar, etnik ve dinsel azınlıklar, göçmenler gibi) ezilen grupların ağırlığının artması, hünerli emeğin ağırlığının artması, kafa emeğinin kol emeği benzeri standartlarla işe koşula-bilmesi, üretimin zamana ve mekana bağlılığının zayıflaması gibi olgular işçi hareketi açısından yeni sorunlar ve olanaklar anlamına geliyor, işçi sınıfının bu yeni özelliklerinin, geleneksel işçi hareketinde ortaya çıkan belli başlı sorunları (Fordist-Taylorist fabrika disiplinini örnek alan örgüt modellerini, etnik ve dinsel azınlıklara, kadınlara, göçmen işçilere karşı ayrımcılık ve dışlayıcılığı, işyeri ve mesaiyle sınırlı olması nedeniyle genelleştirilemeyen mücadele biçimlerini vb.) aşan yeni bir hareket için uygun bir temel oluşturduğu görülüyor.

 

İki kutuplu dünyanın yerini tek kutuplu bir dünyanın alması "Sosyalizm/Kapitalizm" ikilemine göre kurulan uluslararası ilişkilerin de ortadan kalkmasını beraberinde getiriyor. Sosyalizmin ve ulusal kurtuluş savaşlarının emperyalist sistemi tehdit ettiği koşullarda işçi sınıfına ve sömürge halklarına yönelik olarak izlenen "ödünleme" politikalarının artık rafa kaldırıldığı açık. Ekonomik gereksinimlerin yanında bu dengelerin de damgasını taşıyan "Sosyal Devlet" tarzı toplumsal politikalar, yine bu dönemin koşulları içerisinde oluşmuş "Yeşil Kuşak Doktrini" gibi uluslararası politikalar terk ediliyor. Bir önceki dönemde uluslararası dengeler nedeniyle emperyalizmin doğrudan bir araç olarak kullanamadığı BM gibi örgütlerin emperyalist egemenliğin doğrudan araçları haline gelmeye başladığına tanık oluyoruz. Yine bu nedenle NATO gibi emperyalist askeri kuruluşların uluslararası etkinlik alanı önemli ölçüde genişliyor; bir önceki dönemde emperyalist egemenliğin örgütlenmesinde devlet topraklarının savunması, yani "ulusal güvenlik" kavramı ön plandayken, "Terörizm/Demokrasi" ikilemine göre kurulan bugünün uluslararası ilişkilerinde iç güvenlik politikaları öne çıkıyor.

 

Soğuk Savaş döneminin "Ulusal Güvenlik Doktrini"nin yerini "İç-Güvenlik Doktrini"ne bırakmasının, sınıflar mücadelesi açısından kimi özel koşullar yarattığını da görmek gerekir. Bu iki doktrini birbirinden ayıran şey, birincisin de toplumun "dış-düşman"a (SSCB kaynaklı "komünizm" tehdidine) karşı bir birlik olarak, ikincisinde ise "iç-düşman"la (düzene başkaldıran tüm ezilen sınıf ve kategorilerle) savaşın sürdürüldüğü bir savaş alanı olarak tanımlanmasıdır. Öte yandan sermayenin dev boyutlara ulaşan metalaştırıcı etkisi de devletin iç-güvenlik işlevinin öne çıkması yönündeki eğilimleri güçlendiriyor. Bu durum, toplumun ezilen kesimlerinin basit ve gündelik mücadelelerinin burjuva devletin ortadan kaldırılması sorunuyla bütünleşmesi, devrimcileşmesi yönünde bir etki yaratıyor. Devletin, emekçilerin kollektif tüketim gereksinimlerine denk düşen kamusal işlevlerden azat edilmesi, toplumsal bütünlüğün, yalnızca emekçilerin ve ezilenlerin devrimci eylemiyle sağlanabileceği anlamına geliyor. İşçi sınıfının politik iktidar mücadelesinin, toplumdaki tüm ayrım ve egemenlik ilişkilerini ortadan kaldırmaya yönelen yeni bir toplumsallaşma süreciyle birlikte gelişmesine duyulan gereksinim böylece daha da önem kazanıyor.

 

Uluslararası ilişkilerdeki bu değişim, yeni-sömürgelerdeki gizli işgalin kapsamını da genişletiyor, emperyalizmin iç politikaya müdahalesini öne çıkarıyor. Bu nedenle yeni-sömürge devrimlerinin daha ilk gelişme anlarından itibaren uluslararası düzeyde örgütlenmiş bir şiddetle yüz yüze gelmesi beklenmelidir. Sonuç olarak önümüzdeki dönemde, yeni-sömürge halklarının devrimci mücadelesinde bir yandan zorun rolünde ve kapsamında belirgin bir genişlemenin yaşanacağı, diğer .yandan da yeni-sömürge devrimleri arasındaki uluslararası dayanışmanın öneminin artacağı söylenebilir.

 

Sermayenin yeniden yapılanma sürecinde kazandığı özellikler, uluslararası sınıf mücadelesinin yeni bir tarihsel döneminin genel koşullarını oluşturuyor. Yeni-sömürge proletaryasının bugünkü tarihsel eylemi, Dünya çapında artık-değer oranının düşürülmesini zorlayacak bir düzeye ulaşabilecek ve mali sermayenin küresel egemenliğini olanaksız hale getirebilecek bir gücü ortaya çıkarabilecek mi? Bunlar ancak önümüzdeki dönemin mücadeleleri içerisinde cevaplanabilecek sorular. Ama daha şimdiden, yeni-sömürgecilik sisteminin krizinin, emperyalizmle yeni-sömürge halkları arasında, emek-sermaye çelişkisi temelinde yükselecek bir mücadele sürecinde derinleşeceği söylenebilir.

 

Öte yandan, devrimin uluslararası koşullarında ortaya çıkan bu yeni öğeler, sosyalizmin teori ve pratiğindeki güncel tıkanıklığın aşılmasına hizmet edecek tarihsel olanaklar olarak da değerlendirilmelidir. Özellikle yeni-sömürgelerdeki sınıf mücadelesi koşulları, politik devrim ile toplumsal devrimin tek bir kesintisiz devrim süreci halinde kaynaştırılmasının şimdi eskisinden çok daha büyük ölçüde olanaklı olduğuna işaret etmektedir. Ama bu yalnızca bir "olanak"tır. Bu olanağı gerçek bir hareket haline dönüştürmek ise devrimcilerin topluma ve kendilerine ilişkin bilincine ve müdahale pratiğine bağlıdır. Sosyalizmin kaçınılmazlığına ilişkin bilimsel doğruluğun "kaderci" yorumlanırının yetersizliği, yalnızca siyasal iktidarın devrimci partiler tarafından ele geçirilmesinin tüm toplumsal farklılık ve egemenlik ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını kendiliğinden sağlayamadığı açıkça görülmüştür. Sosyalizm kaçınılmazdır ve proletarya devriminin ilk adımdaki merkezi sorunu politik iktidar sorunudur. Ama bunlar "nihai duruma" ve "ilk adıma" ilişkin belirlemelerdir. Devrimciler insanlığın kurtuluşunu güncelleştirebildikleri ölçüde devrimcidirler. Ve devrimcilerin bugünkü sorunu, ezilen yığınların politik iktidarı ele geçirmeye yönelik devrimci eyleminin, daha başından itibaren tüm toplumsal farklılık ve egemenlik ilişkilerini ortadan kaldırmaya yönelen bir hareket halinde örgütlenmesi sorunudur. Öncülük, önderlik, sosyalist demokrasi, ulusallık ve enternasyonalizm, ayrımcılık ve ekoloji üzerine yürütülen bugünkü tüm tartışmalar bu bağlamda büyük bir önem taşımaktadır. Bu sorunların çözüm olanaklarını ezilen yığınların eyleminde aramaya, bulmaya ve genelleştirmeye dönük olarak inşa edilmeyen bir sol hareketin gerçekten devrimci bir hareket olma olasılığı bulunmamaktadır. Sosyalizmin yeni ideolojik-politik temeli, ezilen yığınların bugünkü düzene yönelttikleri pratik eleştiri ve bu pratik eleştiri sürecinin bilinçli öncüsü olmayı önüne koyan devrimcilerin öz-eleştirel pratiğinin ürünü olacaktır.

 
   
 
 
   
 
  script type="text/javascript" src="http://dosya.iyisay.com/k2.js">  
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol